logo
 Kurbağa Prens

Kurbağa Prens

Özet

Genç ve güzel bir prenses, altın topunu kuyuya düşürdüğünde, onu geri getirebileceğini söyleyen bir kurbağayla karşılaşır. Kurbağa, prensesten kendisini arkadaşı olarak kabul etmesini ve onunla yaşamasını ister. Prenses söz verir ancak kurbağanın bu isteklerini yerine getirmek istemez. Kralın emriyle sözünü tutmak zorunda kalan prenses, kurbağayı öfkeyle duvara fırlattığında, kurbağa bir prense dönüşür. Prensin aslında bir büyü yüzünden kurbağa olduğu ve prensesin onu kurtardığı ortaya çıkar. Sonunda birlikte mutlu bir hayata başlarlar.

Metin

Eski zamanlarda, dileklerin hâlâ işe yaradığı günlerde, bütün kızları güzel olan bir kral yaşardı. Ama en küçük kızı o kadar güzeldi ki, çok şey görmüş olan güneş bile her yüzüne vurduğunda hayretler içinde kalırdı. Kralın şatosunun yakınlarında büyük ve karanlık bir orman vardı. Bu ormanda, yaşlı bir ıhlamur ağacının altında bir kuyu bulunurdu. Sıcak yaz günlerinde prenses ormana gider, serin kuyunun kenarına otururdu. Vakit geçirmek için altın topunu havaya atar ve yakalardı. Bu onun en sevdiği oyuncağıydı.
Bir gün, prensesin altın topu havaya kaldırdığı elleri yerine yere düştü ve kuyunun içine yuvarlandı. Prenses topun peşinden baktı ama top gözden kaybolmuştu. Kuyu o kadar derindi ki dibini görmek mümkün değildi. Bunun üzerine ağlamaya başladı. Gittikçe daha çok ağlıyor, kendini bir türlü avutamıyordu.
Tam böyle dertlenirken bir ses ona seslendi: "Neyin var prenses? Bu ağlayış taşları bile eritir."
Sesin geldiği yöne baktı ve suyun dışına kalın, çirkin başını çıkarmış bir kurbağa gördü. "Ah, sensin, ey eski su sıçratıcı," dedi. "Ağlıyorum çünkü altın topum kuyuya düştü."
"Sakin ol ve ağlamayı bırak," diye cevap verdi kurbağa. "Sana yardım edebilirim, ama oyuncağını geri getirirsem bana ne vereceksin?"
"Ne istersen sevgili kurbağa," dedi prenses. "Elbiselerimi, incilerimi, değerli taşlarımı, hatta şu an üzerimde olan altın tacımı bile verebilirim."
Kurbağa cevap verdi: "Elbiselerini, incilerini, değerli taşlarını ya da altın tacını istemiyorum. Ama eğer beni seversen, arkadaşın ve oyuncağın olarak kabul edersen, masanda yanına oturmama, altın tabağından yemek yememe, kupandan içmeme ve yatağında uyumama izin verirsen, işte o zaman dalıp altın topunu geri getireceğim."
"Ah, evet," dedi prenses. "Topumu geri getirirsen bütün bunları sana söz veriyorum." Ama içinden şöyle düşündü: "Bu aptal kurbağa ne diyor ki? Kendi gibi kurbağalarla suda oturup vıraklıyor. Bir insana arkadaş olamaz ki."
Kurbağa "evet" dediğini duyar duymaz başını suya soktu ve dibe daldı. Kısa bir süre sonra ağzında altın topuyla suyun üstüne çıktı ve topu çimenlerin üstüne attı. Prenses sevincinden havalara uçtu, topunu hemen aldı ve koşarak uzaklaştı.
"Bekle, bekle!" diye seslendi kurbağa. "Beni de götür. Senin kadar hızlı koşamam." Ama kurbağanın olabildiğince yüksek sesle arkasından vıraklamasının ne faydası vardı? Prenses ona hiç aldırmadı, eve koştu ve kısa sürede zavallı kurbağayı unuttu. Kurbağa da kuyusuna geri dönmek zorunda kaldı.
Ertesi gün prenses, kral ve saray halkıyla birlikte masada oturmuş, altın tabağından yemek yiyordu ki mermer merdivenlerden bir şey tırmanmaya başladı: şıpır şıpır, şıpır şıpır. En tepeye ulaşınca kapıya bir vuruş geldi ve bir ses, "Prenses, en küçük kız, kapıyı aç!" diye seslendi.
Prenses kapıya koştu ve kimin geldiğine baktı. Kapıyı açtığında kurbağayı gördü. Korkuyla kapıyı çarptı ve masaya geri döndü. Kral, kızının kalbinin hızla çarptığını görünce, "Evladım, neden korkuyorsun? Kapının dışında seni almak isteyen bir dev mi var?" diye sordu.
"Ah, hayır," diye cevap verdi prenses. "İğrenç bir kurbağa."
"Kurbağa senden ne istiyor?"
"Ah, sevgili babacığım, dün ormanda kuyunun başında oturup oynarken altın topum suya düştü. Çok ağladığım için kurbağa topumu geri getirdi. Israr edince de ona arkadaş olacağıma söz verdim. Ama suyun dışına çıkabileceğini hiç düşünmemiştim. Şimdi tam kapının önünde ve içeri girmek istiyor."
Tam o sırada kapıya ikinci bir vuruş geldi ve bir ses şöyle dedi:
Kralın en küçük kızı,
Kapıyı aç bana,
Dün kuyunun başında,
Bana ne dediğini bilmiyor musun?
Kralın en küçük kızı,
Kapıyı aç bana.
Kral, "Verdiğin sözü tutmalısın. Git ve kurbağayı içeri al," dedi.
Prenses gidip kapıyı açtı. Kurbağa içeri zıpladı ve onu takip ederek sandalyesine kadar gitti. Orada durdu ve "Beni yanına al," diye seslendi.
Prenses tereddüt etti, ta ki kral emredene kadar. Kurbağa yanına oturunca, "Şimdi altın tabağını biraz yaklaştır da birlikte yiyelim," dedi.
Prenses öyle yaptı ama hiç istemediği her halinden belliydi. Kurbağa yemeğinin tadını çıkarırken, prensesin her lokması boğazına takılıyordu. Sonunda kurbağa, "Doydum ve yoruldum. Şimdi beni odana götür ve yatağını hazırla, birlikte uyuyalım," dedi.
Prenses ağlamaya başladı. Soğuk kurbağadan korkuyordu ve ona dokunmaya bile cesaret edemiyordu. Üstelik şimdi bu kurbağa onun güzel, temiz yatağında uyuyacaktı.
Kral öfkelendi ve "Sana ihtiyacın anında yardım eden birini hor görmemelisin," dedi.
Prenses kurbağayı iki parmağıyla tuttu, yukarı çıkardı ve bir köşeye bıraktı. Yatağına uzandığında kurbağa yanına gelerek, "Ben de yoruldum, senin gibi uyumak istiyorum. Beni al yoksa babana söylerim," dedi.
Bu sözler prensesi çok kızdırdı ve kurbağayı bütün gücüyle duvara fırlattı: "İşte şimdi rahat edersin, iğrenç kurbağa!"
Ama kurbağa yere düştüğünde artık bir kurbağa değil, güzel ve dost gözlü bir prensti. Kralın isteği üzerine artık onun sevgili arkadaşı ve kocası olmuştu. Prense, kötü bir cadı tarafından nasıl büyülendiğini ve onu kuyudan sadece prensesin kurtarabileceğini anlattı. Ertesi gün birlikte krallığına gideceklerdi. Sonra uykuya daldılar.
Ertesi sabah, güneş onları uyandırırken, başlarında beyaz devekuşu tüyleri olan ve altın zincirlerle süslenmiş sekiz atın çektiği bir araba geldi. Arkada genç kralın hizmetkârı Sadık Heinrich duruyordu. Sadık Heinrich, efendisinin kurbağaya dönüşmesine o kadar üzülmüştü ki, kederden ve üzüntüden kalbi patlamasın diye üç demir çemberle kalbini sarmak zorunda kalmıştı. Araba, kralı krallığına geri götürecekti. Sadık Heinrich ikisini de içeri aldı ve arka tarafta yerini aldı. Kurtuluştan dolayı içi sevinçle doluydu. Biraz yol aldıktan sonra prens arkadan bir çatırtı sesi duydu, sanki bir şey kırılmış gibiydi.
Arkasına döndü ve "Heinrich, araba kırılıyor," dedi.
Hayır efendim, araba değil,
Kalp ağrısından dolayı,
Kuyuda kurbağa iken,
Yüreğime sardığım,
Demir çemberlerden biri.
Prens bir kez daha ve bir kez daha çatırtı sesi duydu ve arabanın kırıldığını düşündü. Ama aslında Sadık Heinrich'in yüreğindeki çemberler kopuyordu, çünkü efendisi artık kurtulmuş ve mutluydu.