logo
 On İki Kardeş

On İki Kardeş

Özet

Bir kral ve kraliçenin on iki oğlu vardır. Kral, on üçüncü çocukları kız olursa, oğullarının öldürülmesini emreder. Kraliçe, oğullarını uyarır ve ormana kaçmalarını söyler. Kız kardeşleri doğduğunda, kırmızı bayrak görürler ve öfkeyle ormanda yaşamaya başlarlar. Yıllar sonra kız kardeşleri onları bulur, ancak kardeşlerin laneti nedeniyle on iki kardeş kargaya dönüşür. Kız kardeş, yedi yıl boyunca konuşmayarak ve gülmeyerek kardeşlerini kurtarır. Sonunda kardeşler insan formuna döner ve kötü üvey anne cezalandırılır.

Metin

Bir varmış, bir yokmuş, mutlu bir şekilde yaşayan ve on iki çocuğu olan bir kral ile kraliçe varmış. Ancak tüm çocukları erkekmiş.
Sonunda kral, karısına şöyle demiş: "Eğer dünyaya getireceğin on üçüncü çocuk bir kız olursa, on iki oğlumuz ölecek ki, kızımızın serveti büyük olsun ve krallık yalnızca ona kalsın."
Hatta on iki tabut yaptırmış, içlerini talaşla doldurtmuş ve her birine küçük bir ölüm yastığı koydurtmuş. Bu tabutları kilitli bir odaya koydurmuş ve anahtarı kraliçeye vererek, bunu kimseye anlatmamasını emretmiş.
Ancak anne, bütün gün oturup ağlıyormuş. En küçük oğlu Benjamin, ona hep eşlik edermiş. Bir gün, "Sevgili anne, neden bu kadar üzgünsün?" diye sormuş.
"En sevdiğim çocuğum," diye yanıtlamış kraliçe, "sana söyleyemem."
Ama Benjamin, annesini rahat bırakmamış. Sonunda kraliçe odayı açmış ve ona talaş dolu on iki tabutu göstermiş.
"Sevgili Benjamin," demiş, "baban bu tabutları sen ve on bir kardeşin için yaptırdı. Eğer bir kız çocuğu doğurursam, hepiniz öldürülecek ve bu tabutlara gömüleceksiniz."
Ağlarken, oğlu onu teselli etmiş: "Ağlama, sevgili anne, kendimizi kurtaracağız ve buradan gideceğiz."
Ancak kraliçe, "On bir kardeşinle birlikte ormana gidin. En yüksek ağacın tepesine çıkıp nöbet tutun ve şatodaki kuleyi gözleyin. Eğer bir oğlan doğurursam, beyaz bir bayrak asacağım, o zaman geri dönebilirsiniz. Ama bir kız doğurursam, kırmızı bir bayrak asacağım, o zaman hemen kaçabildiğiniz kadar hızlı kaçın. Tanrı sizi korusun. Her gece kalkıp sizin için dua edeceğim—kışın ısınabilmeniz için, yazın da sıcaktan bayılmamanız için."
Böylece oğullarını kutsadıktan sonra, ormana gitmişler. Sırayla nöbet tutmuşlar ve en yüksek meşe ağacına çıkıp kuleyi gözlemişler.
On bir gün geçtikten sonra sıra Benjamin'e gelmiş. Bir bayrağın yükseldiğini görmüş. Ancak bu beyaz değil, kan kırmızısı bir bayrakmış. Bu, hepsinin öleceği anlamına geliyormuş.
Kardeşler bunu duyunca çok öfkelenmişler: "Bir kız yüzünden hepimiz ölecek miyiz? Yemin ederiz ki intikam alacağız—nerede bir kız görürsek, onun kırmızı kanı akacak."
Bunun üzerine ormanın daha derinlerine gitmişler. En karanlık yerinde, büyülü küçük bir kulübe bulmuşlar. Kulübe boşmuş.
"Burada yaşayacağız," demişler. "Benjamin, sen en küçük ve en zayıf olan sensin, evde kalıp işleri yöneteceksin. Bizler dışarı çıkıp yiyecek getireceğiz."
Ormana gidip tavşanlar, geyikler, kuşlar ve güvercinler avlamışlar. Bunları Benjamin'e getirmişler, o da onları pişirip doymalarını sağlıyormuş.
Küçük kulübede on yıl birlikte yaşamışlar ve zaman onlara uzun gelmemiş.
Kraliçenin doğurduğu küçük kız şimdi büyümüş. İyi kalpli, güzel yüzlü ve alnında altın bir yıldız taşıyormuş.
Bir gün, büyük bir çamaşır yıkama sırasında, on iki erkek gömleği görmüş ve annesine sormuş: "Bu on iki gömlek kime ait? Babam için çok küçükler."
Kraliçe ağır bir yürekle yanıt vermiş: "Sevgili kızım, bunlar on iki kardeşine ait."
Kız, "On iki kardeşim nerede? Onları hiç duymadım," demiş.
Kraliçe, "Tanrı bilir neredeler. Dünyada dolaşıyorlar," diye cevaplamış.
Sonra kızını alıp odaya götürmüş ve ona talaş dolu on iki tabutu ve ölüm yastıklarını göstermiş.
"Bu tabutlar," demiş, "sen doğmadan önce gizlice giden kardeşlerin içindi." Ve ona her şeyi anlatmış.
Kız, "Sevgili anne, ağlama. Gidip kardeşlerimi arayacağım," demiş.
On iki gömleği alıp yola koyulmuş ve doğruca büyük ormana girmiş. Bütün gün yürümüş ve akşam vakti büyülü kulübeye varmış.
İçeri girmiş ve genç bir çocuk görmüş. Çocuk, "Nereden geliyorsun ve nereye gidiyorsun?" diye sormuş. Kızın bu kadar güzel, kraliyet kıyafetleri giymiş ve alnında yıldız olmasına şaşırmış.
Kız, "Ben bir kralın kızıyım. On iki kardeşimi arıyorum. Onları bulana kadar gökyüzü mavi olduğu sürece yürüyeceğim," demiş. Ve onlara ait on iki gömleği göstermiş.
Benjamin, onun kız kardeşi olduğunu anlamış: "Ben Benjamin'im, senin en küçük kardeşin."
Sevinçten ağlamaya başlamışlar, birbirlerini öpüp sarılmışlar.
Sonra Benjamin, "Sevgili kız kardeşim, hâlâ bir sorun var. Kararlaştırdık ki, karşılaştığımız her kız ölecek, çünkü bir kız yüzünden krallığımızı terk etmek zorunda kaldık," demiş.
Kız, "Eğer on iki kardeşimi kurtarabilirsem, seve seve ölürüm," diye cevap vermiş.
Benjamin, "Hayır, ölmeyeceksin. Bu fıçının altına otur. On bir kardeşim gelene kadar bekle. Sonra onlarla anlaşırız," demiş.
Kız öyle yapmış. Gece olunca diğerleri avdan dönmüş ve yemekleri hazırmış.
Yemek yerlerken, "Ne haber var?" diye sormuşlar.
Benjamin, "Hiçbir şey bilmiyor musunuz?" demiş.
"Hayır," diye yanıtlamışlar.
Benjamin devam etmiş: "Siz ormandaydınız, ben evde kaldım. Ama ben sizden daha çok şey biliyorum."
"Anlat o zaman!" diye bağırmışlar.
Benjamin, "Ama bana söz verin, karşılaştığımız ilk kızı öldürmeyeceksiniz," demiş.
"Hepimiz söz veriyoruz, merhamet edeceğiz. Hadi anlat!" demişler.
Benjamin, "Kız kardeşimiz burada," demiş ve fıçıyı kaldırmış. Kralın kızı, alnındaki altın yıldızla, kraliyet kıyafetleri içinde ortaya çıkmış. Güzelliği, zarafeti ve beyaz teniyle hepsini büyülemiş.
Hepsi sevinçle boynuna sarılmış, onu öpmüş ve tüm kalpleriyle sevmişler.
Şimdi kız, Benjamin'le birlikte evde kalıp ona yardım ediyormuş. On bir kardeş ormana gidip avlanıyor, yiyecek getiriyormuş. Küçük kız kardeş ve Benjamin de yemekleri hazırlıyormuş.
Kız, yemek için odun topluyor, sebzeler için otlar buluyor, tencereleri ateşe koyuyor ve yemekleri her zaman hazır hale getiriyormuş.
Ayrıca küçük evi düzenli tutuyor, yataklara güzel beyaz örtüler seriyormuş. Kardeşler her zaman memnunmuş ve onunla büyük bir uyum içinde yaşıyorlarmış.
Bir gün, evdeki ikisi harika bir ziyafet hazırlamış. Hepsi bir araya gelip yiyip içmiş, neşe içindelermiş.
Ancak büyülü evin küçük bir bahçesi varmış. Bu bahçede on iki zambak yetişiyormuş. Bunlara "öğrenci zambakları" da deniyormuş.
Kız, kardeşlerine mutluluk vermek istemiş ve on iki zambağı koparmış. Yemek sırasında her birine bir zambak vermeyi düşünmüş.
Ancak zambakları kopardığı anda, on iki kardeş on iki kuzguna dönüşmüş ve ormanın üzerinden uçup gitmişler. Ev ve bahçe de yok olmuş.
Şimdi zavallı kız, vahşi ormanda yapayalnız kalmış. Etrafına bakınmış, yanında yaşlı bir kadın belirmiş. Kadın, "Kızım, ne yaptın? Neden o on iki beyaz zambağı bırakmadın? Onlar senin kardeşlerindi, şimdi sonsuza kadar kuzgun oldular," demiş.
Kız ağlayarak sormuş: "Onları kurtarmanın bir yolu yok mu?"
Kadın, "Hayır, tüm dünyada tek bir yol var. Ama o kadar zor ki, muhtemelen başaramazsın. Yedi yıl boyunca hiç konuşmamalı ve gülmemelisin. Eğer tek bir kelime edersen, yedi yılın sonunda bir saat bile eksik olsa, her şey boşa gider ve kardeşlerin o tek kelime yüzünden ölür," demiş.
Kız içinden, "Kardeşlerimi kesinlikle kurtaracağım," diye düşünmüş. Yüksek bir ağaç bulup üzerine çıkmış, orada oturup iplik eğirmeye başlamış. Ne konuşmuş ne de gülmüş.
Bu sırada, ormanda avlanan bir kral varmış. Kralın büyük bir tazısı, kızın oturduğu ağacın yanına gelmiş, etrafında koşup havlamaya başlamış.
Kral gelmiş ve alnında altın yıldız olan güzel kralın kızını görmüş. Güzelliğine öyle vurulmuş ki, ona evlenmek isteyip istemediğini sormuş.
Kız cevap vermemiş, sadece başıyla hafifçe onaylamış.
Kral ağaca tırmanmış, onu aşağı indirmiş, atına bindirip sarayına götürmüş.
Düğün büyük bir ihtişam ve sevinçle kutlanmış. Ancak gelin ne konuşmuş ne de gülmüş.
Birkaç yıl mutlu bir şekilde yaşadıktan sonra, kralın kötü kalpli annesi genç kraliçe hakkında iftiralar atmaya başlamış. Krala, "Bu, yanında getirdiğin sıradan bir dilenci kız. Kim bilir ne tür kötülükler yapıyordur. Konuşamıyor olsa bile, bir kez olsun gülebilirdi. Gülmeyenlerin vicdanı rahat değildir," demiş.
İlk başta kral inanmamış, ama yaşlı kadın ısrarla devam etmiş ve kraliçeyi o kadar çok şeyle suçlamış ki, sonunda kral ikna olmuş ve onu ölüm cezasına çarptırmış.
Avluda büyük bir ateş yakılmış ve kraliçe yakılmak üzere direğe bağlanmış. Kral, pencereden gözyaşları içinde bakıyormuş, çünkü onu hâlâ çok seviyormuş.
Ateş kırmızı diliyle kraliçenin elbiselerini yalamaya başladığı anda, yedi yılın son anı dolmuş.
Havada bir uğultu duyulmuş ve on iki kuzgun gelip yere inmiş. Yere değdiklerinde, kızın kurtardığı on iki kardeşine dönüşmüşler.
Ateşi parçalayıp söndürmüşler, sevgili kız kardeşlerini kurtarmışlar ve onu öpüp sarılmışlar.
Artık ağzını açıp konuşabileceğini bilen kız, krala neden sessiz kaldığını ve hiç gülmediğini anlatmış.
Kral, onun masum olduğunu öğrenince çok sevinmiş. Hepsi ölümlerine kadar büyük bir uyum içinde yaşamışlar.
Kötü üvey anne ise yargıç önüne çıkarılmış. Kaynar yağ ve zehirli yılanlarla dolu bir fıçıya atılmış ve kötü bir ölümle can vermiş.